Geçtiğimiz gece, masal okuma faslı bitip de sohbet faslımız başladığında Badeciğim bana kocaman endişeli gözlerle bakarak “Annecim sen hiç yemek yeme tamam mı ?” dedi. Nedenini sorduğumda “Çünkü yemek yersen büyürsün, sonra da yaşlanıp ölürsün” diye cevap verdi. Bir an kocaman bir kahkaha atmak istedim ama duygularını incitmekten korktum. Sonra da tabii hemen ağlamaklı oldum. Kızım yaşına göre öyle güzel bir mantık kurarak kendi ölüm teorisini geliştirmiş ki hayran olmamak elde değil. Elbette onu rahatlattım ve birlikte geçireceğimiz uzun yıllardan bahsettim. Ama bana o kadar dokundu ki bu geceyi hep hatırlamak, onun masumiyetini ve küçücük kalbine sığdırdığı samimi endişesini hiç unutmamak istiyorum.
Bu anıyı bu yazıyla birlikte hafızama mühürlüyorum.
Bu anıyı bu yazıyla birlikte hafızama mühürlüyorum.
“Çocukluk Hiç Kimsenin Ölmediği Bir Krallıktır” şiirini bilir misiniz ? Amerikalı şair Edna St. Vincent Millay’nin şiirlerinden biridir. Çocukluğun sevdiklerimizi kaybedeceğimizi tam olarak kavradığımız an sona erdiğini öyle doğal, güzel ve çarpıcı bir şekilde anlatır ki… Orjinali elbette çok daha güzel ancak internette bir türlü çevirisini bulamadığım için oturup kendim çevirmek zorunda kaldım.
“Çocukluk doğumdan belli bir vakte kadar sürmez ve yoktur bir yaşı,
Çocuk büyür ve çocukça şeyleri bir kenara bırakır.
Çocukluk, hiç kimsenin ölmediği bir krallıktır.
Bir anlam taşımayan kişiler hariç, tabii.
Uzak akrabalar ölecektir elbette, hiç tanımadığın veya bir saatten fazla aynı odada durmadığın,
Sana pembe yeşil çizgili bir torbada şekerleme ya da bir cep çakısı armağan edip,
Sonra da gidenler, ve belki de hiç ama hiç yaşamamış olanlar.
Ve kediler de ölür. Kuyrukları ile döverek yığıldıkları yeri,
Ve ketum kürkleri aniden kıpır kıpır olur
Orada olduğunu önceden bilmediğin pirelerle,
Parlak ve kahverengi, bilmeleri gereken her şeyi alıp,
Canlılar dünyasına doğru göçerek.
Bir ayakkabı kutusu bulursun, ama küçük gelir, çünkü eskisi gibi kıvrılamaz artık kedin:
Gidip daha büyüğünü bulursun ve gömersin onu bahçeye, sonra da oturup ağlarsın.
Ama bundan bir ay , iki ay, bir yıl, iki yıl sonra
Gecenin bir yarısında uyanıp
“Ah Allah’ım! Ah Allah’ım” diye ağlamazsın,
Yumruklarını ağzına bastırarak.
Çocukluk, senin için anlamlı olan hiç kimsenin ölmediği bir krallıktır.
– annelerin ve babaların ölmediği.
Ve eğer “Allah aşkına beni sürekli öpüp durmak zorunda mısın?” dediysen ona,
Ya da dediysen eğer “Yüksüğünle şu camı tıkırdatmayı artık kessen diyorum!”
Yarın, hatta ondan sonraki gün bile hala sadece kendi eğlencenle meşgulsen,
“Özür dilerim Anne.” demek için her zaman çok vaktin olacaktır.
Yetişkin olmak, çoktan ölmüş kişilerle aynı masaya oturmaktır.
Konuşmazlar seninle, seni dinlemezler;
Her zaman çayın verdiği zevkten bahsetmişlerdir ama,
Çaylarını bile içmezler.
Kilere in ve kalan son ahududu reçeli kavanozunu bul;
Bu onlara hiç cazip gelmez.
Gururlarını okşa biraz, sor bakalım zamanında
O çok önemli insanlara tam olarak hangi sözleri söylemişler;
Yanaşmazlar bile.
Kalk ayağa, bağır, çağır , kıpkırmızı olsun suratın,
Sürükle kaskatı omuzlarından tutup, kaldır sandalyelerinden,
Ve sars onları, haykır suratlarına.
Kılları kıpırdamaz, utanmazlar bile,
Yavaşça geri dönüverirler sandalyelerine.
Çayın buz gibi olmuştur artık.
Ayakta durup hepsini bir dikişte içer,
Ve evi terk edersin.”
Edna St. Vincent Millay (çeviri S.Alkan)
Comments (2)
3 gündür masa başında bütün yazılarınızı okudum . sanki arkadaş olduk. o kadar yakın hisseetim size kendimi.
bende tam zamanlı çalışan bir anneyim hayalim sizin gibi sağlıklı yemek yapmak kendi kızıma…ama sizi okumak bile motive etti beni sevgiler…
çok teşekkür ederim, mutlu oldum, gerçekten çok naziksiniz <3