“Ay, kaprisli Ay, sen beşiğinde uyurken baktı pencerenden, ve kendi kendine dedi ki:
“Bu çocuk hoşuma gidiyor.” Sonra yavaşça indi bulutlardan yapılmış merdiveninden ve çıt çıkarmadan geçti camdan içeriye. Sonra, bir annenin şefkatiyle eğildi üzerine ve renklerini bıraktı yüzünde. Gözlerin hep yeşil kaldı o günden sonra, ve yanakların olağanüstü soluk. Bu ziyaretçiyi incelerken böyle tuhaf bir şekilde irileşti gözlerin, ve boğazını öyle bir şefkatle sıktı ki hep ağlayacakmış gibi hissettin ömrünce.
Bu arada, taşkın neşesinin etkisiyle Ay odanın tamamını fosforlu bir atmosferle, adeta zehirli bir ışıkla doldurdu, ve tüm bu yaşayan ışık düşünüyor ve diyordu ki:
“Sonsuza dek öpücüğümün etkisi altında kalacaksın. Bana özgü bir güzelliğin olacak. Beni seveni, ve benim sevdiğimi seveceksin: suyu, bulutları, sessizliği ve geceyi: engin, yeşil denizi, çok biçimli ve biçimsiz suyu; asla olmayacağın yerleri, asla tanımayacağın sevgiliyi, canavarımsı çiçekleri, insanı delirten kokuları, piyanoların üzerinde baygın baygın uyuklayan, boğuk ve nazik bir sesle, adeta bir kadın gibi inildeyen kedileri (…) ”
Charles Baudelaire, Les Bienfaits de la Lune (Spleen de Paris, 1869)
On dört, on beş yaşlarında olmalıyım, ve Fransızca dersinde Baudelaire’in bir şiirini işliyoruz. Hangisi olduğunu hatırlamıyorum, muhtemelen Albatros, ama şiir beni öyle etkiliyor ki okul çıkışında hemen bir kitapçıya uğruyor, ve bence gelmiş geçmiş en iyi şiir kitabını, Sait Maden’in çevirdiği Kötülük Çiçekleri’ni satın alıyorum. Yukarıda bir bölümünü Türkçe’ye çevirdiğim şiir o kitapta yok diye hatırlıyorum, ama benim en sevdiğim… O kadar çok Baudelaire okuyorum ki kızlar arasında adım Baudelaire’in avukatına çıkıyor.
Ortaokuldayım ama bizimki kız ortaokulu. Her Cuma okul çıkışında, kapıda, başka okul üniformaları içinde bir sürü delikanlılar bekliyor. Neredeyse herkesin bir erkek arkadaşı var, benimse dizginlenemez saçlarım. Tabii o zaman bile toparlağım. Bir de feci içine kapanık. Aşk hayatım oldukça platonik.
Yakından takip edenler bilir, ben eşimden nerdeyse hiç bahsetmem. Hani olur ya, birini çok seversiniz, sürekli ondan bahsetmek istersiniz : benimki de eşim söz konusu olunca tam tersi. Bu yazıda da ondan bahsetmeyeceğim, çünkü o bana özel. Ben sadece sevmekten bahsedeceğim bugün.
Annem her zaman sevebilmek belirli bir zeka gerektirir der. Bazı insanlar o kadar iyi ve o kadar çok severler ki romanlara konu olurlar, şarkılar besteler, şiirler yazarlar. Sadece aşk duygusundan da bahsetmiyorum. Eşini, çocuğunu, bir yavru köpeği, veya kendi doğurmadığı bir çocuğu, balkondaki bitkilerini, öğrencilerini, hatta hayatı bile gerçek anlamda sevebilmek gerçekten de büyük beceri ve duygusal zeka gerektirir.
Piyano çalmak gibi, dikiş dikmek gibi sevgi de bir beceridir aslında. Ve hayat sadece bu beceriye sahip insanlar için güzeldir. Dünyanın en mutlu ülkeleri insanların çekinmeden sokakta el ele tutuşabildiği ülkelerdir. Stolk videolarını izliyor musunuz bilmiyorum, orada da bu konudan bahsedilmiş.
Türkiye en mutlu ülkeler listesinde 78. Sıradaymış. Sebebi ise sokak röportajları ile açıklanıyor. Koca koca insanlar birbirine sarılan iki kişinin cezalandırılması, hatta hapse atılması gerektiğini savunuyorlar. Hem de ciddi ciddi. İzlerken güldüm tabii, ama üzülmedim değil. Amcacığım, sana hiç kimse sarılmadı mı uzun uzun? Hiç mi sevmedin? Bu kadar mı nefret dolu ve tahammülsüz bir toplum olduk? Sevgililer Günü amcamı gerçekten düşünemiyorum.
Yazıya Baudelaire ile başladık, bir diğer sevdiğim şair Ataol Behramoğlu’nun en sevdiğim şiiri ile bitirelim.
“Sevgilimsin, kim olduğunu düşünmeye vaktin yok,
yapacak işleri düşünmekten
Kalabalığın içinde kalabalıktan biri
Gecenin içinde bir yıldız, yitip gitmiş çocukluk gibi
Sevgilimsin, ak dişlerini öpüyorum, aralarında bir mısra gizli
Dün geceki tamamlanmamış sevişmeden
Sevgilimsin, boğuk aşkım, kanayan gençliğim
Uçuruyorum seni çocukluğuna doğru
Kanatların yorulur, ter içinde kalıyorsun
Gece yanı başımda bağırarak uyanıyorsun
Her sabah el sallıyorum metalle karışmana
Sevgilimsin, ara sıra bir kağıt koyup erteliyoruz aşkı
Otobüslerde ve trende kaçamak yaşanan
Ve bedenlerimiz kana kana kanayamadan yan yana “
Ataol Behramoğlu
Glutensiz & Şekersiz Fıstık Ezmesi Bombası
Hazırlık Süresi: 30 dk
Bekleme Süresi:20 dk
Servis: 7-8 adet
İçindekiler:
İçi için
10 çorba kaşığı fıstık ezmesi*
3 çorba kaşığı dut pekmezi**
2 çorba kaşığı hindistancevizi yağı***
1 çay kaşığı vanilya özütü
Dışı için
7-8 çorba kaşığı iri dövülmüş yerfıstığı
80 gr eritilmiş ev yapımı veya %99 kakao oranlı bitter çikolata
ev yapımı çikolata tarifi için buraya tıklayınız
Yapılışı:
1-İç malzemelerini geniş bir kapta pürüzsüz olana dek karıştırın. Buzluğa koyun ve 15-20 dk bekletin.
2-Karışımı buzluktan alın, bir dondurma kaşığı yardımıyla yuvarlak şekiller verin ve dışını iri dövülmüş yerfıstığı ile kaplayın.
3-Çikolatayı eritin, toplara bir çatal yardımıyla çikolataya bulayın, servis tabağına yerleştirin.
4-Buzlukta 10 dk daha bekletip servis edebilirsiniz.
*Bella Nut şekersiz katkısız fıstık ezmesi kullandım
**Dut Bahçem dut pekmezi kullandım
***Güzel Gıda hindistancevizi yağı kullandım