Ellerimin arasında önünde Bremen mızıkacılarının bir illüstrasyonu olan bir kitap var. Beyaz kaplı Engin Yayıncılık etiketli bir kitap. Kırmızı puntoyla Grimm Masalları yazıyor üzerinde.
Anksiyete içimde bir damar gibi atarken uyursam, tüm gece gerçekçi ve tedirgin edici rüyalar görüyorum. Önce saat üçte, sonra saat beş buçukta çalan iki alarma da müteşekkirim.
Küçücük bir çocuktum. Her kar yağdığında annem daire şeklindeki o tepside börek açardı. Bazen de mantı, çiğ börek yapar veya hamur kızartırdı.
Eski defterlerini ayırırken geçen yılın Türkçe defterine yazılmış satırlarıyla karşılaştım. Fazla Şermin Yaşar okuduğu için olacak, nasıl da büyüklerin onu hiç anlamadığından yakınmış yavrum.
“İğne oradan mı yapılır!” diye bağırdı, sanki yedi yıldır aynı yerden hiç insülin iğnesi yapmamışım gibi. Ters tarafından kalkmış, belli. Alttan alamadım bu defa, taş değilim ki, insanım ben.
Küçük bir çocuğun yalnızlığı tüm yalnızlıklardan daha acı.
İzolasyon, kısıtlama, kurallar… Ne zor ah, ne zor.
Mutsuzluk er ya da geç öfkeye dönüşüyor.